İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE KORONAVİRÜS: BİZİ NE BEKLİYOR?

By Posted on 0 Comments5min read165 views
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE KORONAVİRÜS: BİZİ NE BEKLİYOR?

Koronavirüs gündeme bomba gibi düştüğünde kimse henüz ne olacağını bilmiyordu. Ülkeler sınırları kapattı; uluslararası hatta ülke içi dolaşım tamamen durdu. Pek çok kentte, şehir içi yolculuklara bile kısıtlama getirildi. Tüm dünyada panik dolu bir bekleyiş başladı. Ancak bunlar olurken başka bir şey daha oldu. 2020 yılının ilk çeyreğinde, dünya genelinde karbon emisyon oranları 2019’un aynı dönemine göre %17 azaldı. Kentlerin çeperlerindeki yeşil alanlarda yaşamını sürdüren bazı hayvanlar tekrar kentlerde görülmeye başlandı; hava kirliliği oranları düştü ve gelişmeleri takip etmek için evlerinde durmadan haberleri izleyen kentliler güne yıllar sonra yeniden kuş sesleriyle uyandı.

Hikaye buraya kadar post-apokaliptik bir filmde doğanın yeniden uyanışı sahnesini andırıyor. Umut dolu, değil mi? Pek o kadar değil. İlk altı ay geçip haziran 2020 sonrası dünya bildiğimiz haline olmasa bile “yeni normal”e geri döndüğünde karbon miktarı da eski oranına ulaştı. Sonuç: İklim krizi açısından başladığımız yerdeyiz. Peki geleceğimizi tehdit eden bu iki olay birbiriyle ne kadar ilgili?

İklim değişiyor, hayvanların yaşam alanları da öyle
İklim krizi artık pek çoğumuzun bildiği üzere bir dizi zincirleme reaksiyona yol açıyor. En başta sıcaklıkların yükselmesi; sel, fırtına ve hortum gibi beklenmedik ve şiddetli iklim olaylarının sıklığının artması, kuraklık, içilebilir su kaynaklarında azalma ve bir zamanlar “dünyanın akciğerleri” olarak bilinen Yağmur Ormanları’nın artık tutabildiğinden fazla karbon salar hale gelmesi gibi bundan 10 yıl önce sadece felaket filmlerinde görmeye alışık olduğumuz olaylar meydana geliyor. Bu olaylar her yıl binlerce can kaybına, besin kaynaklarında azalmaya, hayvanların kitlesel olarak yer değiştirmesine ve yaşam alanlarının kısıtlanması sebebiyle zoonotik hastalıklarda artışa ve tüm bunların yanı sıra azalan hijyene bağlı olarak bulaşıcı hastalıkların çoğalmasına ve daha hızlı yayılmasına yol açıyor. Alışageldikleri ortamlarda besin bulamayan hayvanlar normal şartlar altında hiç karşı karşıya gelemeyecekleri başka bir türle karşılaşıyor: İnsan. Birlikte yaşamaya hiç alışık olmayan bu iki türün karşılaşması da bizi koronavirüs gibi yeni birtakım virüslerle tanıştırıyor ve bu muhtemelen henüz sadece bir başlangıç.

En çok zararı dezavantajlı gruplar görüyor
İklim değişikliği ve koronavirüsün ortak noktası, her ikisinde de dünyadaki yoksul ve dezavantajlı grupların bundan en çok zarar gören kesim olması. İçinde bulunduğumuz yüzyılın başından bu yana inanılmaz bir hızla küreselleşen dünyada dolaşımın durması demek tüm tedarik süreçlerinin de aksaması anlamına geliyor. Pandeminin başından beri gerek gıda gerekse sağlık açısından tedarik zincirlerinin kırılmış olması dezavantajlı grupların durumunu daha da kırılgan hale getirdi. Hindistan’da, 2021’in bahar aylarında yaşanan sağlık krizi; sağlık hizmetlerine zamanında ve yeterli olarak erişemeyen yüz binlerce kişinin hayatını kaybetmesi ve dünyanın dördüncü bir dalga beklemesine sebep olan delta varyantlarının ortaya çıkmasıyla sonuçlandı.

Afrika’ya endemik deng humması, chikungunya gibi hastalıkları yaydığı bilinen sivrisinek türlerinin, Hollanda gibi yılın büyük bir bölümünü 20 derecenin altındaki sıcaklıklarla geçiren bir coğrafyada görülür hale gelmesi, 2021 temmuz ayı içinde Hollanda ve Almanya’da gerçekleşen seller nedeniyle köylerin sular altında kalması ve 200’e yakın kişinin hayatını kaybetmesi içinde bulunduğumuz durumun görünür sonuçlarından yalnızca birkaçı.

Harekete geçmek için geç mi kaldık?

Peki harekete geçmek için gerçekten geç mi kaldık? Bilim insanlarının son yirmi yıldır etkilerine karşı bizi sürekli uyarmaya çalıştığı iklim değişikliği artık ne yazık ki durdurulabilir ya da geri döndürülebilir bir noktada değil. Ancak doğa kendini yenileme yeteneğiyle bizi her zaman şaşırtmaya devam ediyor. O yüzden iklim değişikliğini yavaşlatmak için alınabilecek her önlem büyük önem taşıyor. Ormansızlaşmanın ve ormanlık alanlarda yaşayan hayvanların yerinden edilmesinin önüne geçilmesi yapılması gerekenlerin başında geliyor. Geçtiğimiz yıllarda Afrika’yı etkisi altına alan ebola salgınının kısmen yerinden edilen yarasalardan kaynaklandığı bilinirken bu gibi hastalıkları taşıyan vahşi hayvanların insan ve evcil hayvanlarla karşılaşmasını önlemek bizi gelecekteki olası pandemilerden önemli ölçüde koruyabilir.

Besi hayvanı yetiştiriciliği standartlarının ve yiyeceklerin dünyanın bir ucundan diğerine binlerce kilometre taşınmasını gerektiren tarımsal üretim pratiklerinin yeniden belirlenmesi de bu sürecin önemli gündem maddeleri arasında. Fosil yakıtların kullanımı ve atık yönetimi ise artık sürekli tekrarlanan ve hepimizin ezberlediği ancak dünyadaki karbon salımının tamamına yakınının sorumlusu olan büyük devletlerin bir türlü çözmeye yanaşmadığı bir sorun olarak varlığını korumaya devam ediyor. Ancak hepimizin anlaması gereken bir şey var. Dünya yoksa biz de yokuz. Ve böyle devam edersek dünyanın, en azından bildiğimiz haliyle, pek fazla zamanı kalmamış görünüyor. Kısa süre içinde yüksek sıcaklık değerleri, seller, kuraklık ve hastalıklarla baş edebilecek şekilde evrimleşmediğimiz ya da Jeff Bezos’un peşine takılıp yaşayacak başka gezegen arayışına çıkmadığımız sürece bizi de dünyayla aynı son bekliyor.

 

What do you think?

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

No Comments Yet.

Previous
BİRKAÇ BASİT VE ETKİLİ YÖNTEMLE ELEKTRİK, SU VE DOĞALGAZDAN TASARRUF ETMENİN YOLLARI
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE KORONAVİRÜS: BİZİ NE BEKLİYOR?